Roma’da yıkanma kültürü: Metropolis hamamlarında ziyafet
İZMİR – Metropolis Antik Kenti İzmir’in Torbalı İlçesinde, Yeniköy ve Özbey mahalleleri arasında yer alıyor. Kentin çevresindeki öncü yerleşimler, bölgenin stratejik öneminin tarih öncesi çağlardan itibaren bilindiğini gösteriyor. İonia Bölgesi sınırları içinde kalan Metropolis, çevresindeki prehistorik yerleşimlerle birlikte yaklaşık 5 bin yıldır değişmeyen önemli yolların kesişim noktası olmuş. Kentin stratejik açıdan önemli bir konuma sahip olması ve tarih boyunca Küçük Menderes Nehri’nin bereketli topraklarını kullanması, kesintisiz bir kültür tabakalaşmasını da beraberinde getirmiş.
1989 yılından beri Prof. Dr. Recep Meriç başkanlığında bilimsel kazıların sürdürüldüğü Metropolis Antik Kenti çalışmaları 2007 yılından beri Prof. Dr. Serdar Aybek başkanlığında yürütülüyor. Metropolis’in Meter anatanrıça kültü ile bağlantısını, kentteki ilk yerleşime dair izleri, ekonomik ve sosyal alanda zengin bir kent olmasını neye borçlu olduğunu Prof. Dr. Serdar Aybek’ e sorduk.
‘METROPOLİS İSMİNE BU DAĞIN TANRIÇASI ESİN KAYNAĞI OLMUŞ’
Metropolis’in kelime karşılığı, ‘Ana Tanrıça Kenti’ anlamına geliyor. Uyuzdere Mağarası’nda ele geçen buluntular ve sikkeler üzerinden kentin Meter anatanrıça kültü ile bağlantısı konusunda neler söylersiniz?
Evet, Metropolis adı araştırmaların başladığı ilk yıllardan itibaren Meter yani Ana Tanrıça ile ilişkilendiriliyor. Bunu hem sizin bahsettiğiniz Uyuzdere Kült mağaralarındaki buluntulardan hem de Metropolis çevresinde tespit edilen ‘Meter Gallesia’ yani Gallesion’un Tanrıçasının kült törenlerini anlatan bir yazıttan anlayabiliyoruz. Yazıtta Ana Tanrıçanın kutsal yasalarından bahsedilir. Bu yasalar çoğunlukla himaye talebinde bulunan insanlara yardım edilmesini, aksi durumda Ana Tanrıça’nın merhamet etmeyeceğini vurgular.
Metropolis, birçok modern kaynakta Alaman Dağı olarak geçen Antik Gallesion Dağı yamaçlarında kurulmuş. Dolayısıyla ismine de bu dağın tanrıçasının esin kaynağı oluşturmasını en güçlü ihtimallerden birisi olarak görüyoruz. Antik kentin çok yakınındaki bir vadide bulunan iki mağaranın uzun süre bu kültün kutsal noktalarından biri olarak kullanıldığı anlaşılıyor. Kült törenlerinin en önemli parçalarından olan adak eşyalarının yoğunluğu Ana Tanrıça’nın bölgede çok güçlü temsil edildiğini kanıtlıyor. Yüzlerce terracotta ana tanrıça figürini, sikkeler, kandiller, yeme-içme kapları ve ziyafet artığı hayvan kemikleri adeta bu yeşil ve kayalık vadide saklanmış özel kült alanının gizemli tarafını anlamamıza yardımcı oluyor. Metropolisliler’in de Helenistik dönemden itibaren kentlerinden gelerek buradaki törenlerde yer aldıklarını, ana tanrıça adına düzenlenen şenliklere ve ziyafetlere katıldıklarını arkeolojik araştırmalarda saptanan bulgular gösteriyor.
‘KENTLEŞME SÜRECİYLE BİRLİKTE ORTAYA MİMARİ YAPILAR ÇIKIYOR’
Metropolis’deki ilk yerleşime ait izler neler ve kentte nasıl bir tarihi süreç izliyoruz?
Metropolis’teki kentleşme sürecini Helenistik dönemde MÖ 3’üncü yüzyılın başlarından itibaren izleyebiliyoruz. Bu süreçte akropoliste surlar inşa ediliyor ve yerleşim akropolisin yanı sıra tepenin doğu yamaçlarına doğru genişliyor. Ancak Metropolis’in bir kentleşme öncesi yerleşim süreci de var. Bu süreci ise daha çok küçük buluntularla ve seramik buluntuların görüldüğü kontekstlerle tanımlayabiliyoruz. Akropoliste yürütülen kazılarda Tunç çağlarına ait seramik buluntulardan söz etmek mümkün. Yine kentte bulunan ve uzmanlar tarafından Luvice olduğu belirtilen bir taş mühür de Metropolis’in kentleşme öncesi yerleşim sürecini yansıtması açısından çok önemli bir eser. Ayrıca yine akropoliste bulunan Geometrik ve Arkaik döneme ait seramikler, tiyatro kazılarında bulunan Klasik Çağ ve Erken Helenistik dönem mezarları da Metropolis’in geçmişine ışık tutan kanıtlar sunuyor. Elbette kentleşme süreciyle birlikte ortaya mimari yapılar da çıkıyor ve kentin planlaması hakkında daha fazla bilgi edinebiliyoruz. Bu süreç kesintisiz olarak Beylikler dönemine kadar devam ediyor.
‘TARIM ARAZİSİ METROPOLİS’İN ZENGİNLİĞİNİN TEMEL KAYNAĞI’
Metropolis hem ekonomik hem sosyal alanda zengin bir kent olmasını neye borçlu? Kentin ekonomisinin tarım ticareti üzerinden yürütülmesi konusunda ne tür belgelere ulaştınız?
Metropolis’in kurulduğu tepe oldukça verimli bir lokasyonda yer alıyor. İonia Bölgesi sınırları içinde yer alan bu tepenin doğusunda Torbalı Ovası bulunuyor. Bu tarım arazisi Metropolis’in zenginliğinin temel kaynağı. Ayrıca Küçük Menderes Nehri ve Antik Pegasus Gölü de hem kentin hem de tarım arazilerinin su ihtiyacını karşılamış olmalı. Bunlarla birlikte şehrin bugün de olduğu gibi binlerce yıldır önemli anayolların kesişim noktasında bulunması zenginleşmesinde en önemli faktör. Eskiçağlarda kuzeyden güneye uzanan Smyrna-Ephesos hattıyla birleşen ve İç Anadolu’dan buraya uzanan rota, Karabel Geçidi ile Sardis üzerinden Ege’ye açılan kapı olarak kabul ediliyor. Bu yolların somut verilerle takip edilebilen geçmişi Arzawa Krallığı’na kadar dayanıyor. Bu konuda en önemli belgeyi Karabel Geçidinde yer alan MÖ 13’üncü yüzyıla tarihlenen Mira Ülkesi Kralının kaya kabartmasından anlayabiliyoruz. Ayrıca tarihöncesi çağlarda Metropolis henüz yerleşim özelliğine sahip değilken yakın çevresinde var olan Geç Neolitik ve Kalkolitik dönem höyükleri de bu yolların önemini ve geçmişini gözler önüne seriyor.
‘ORKESTRA, TEATRAL FONKSİYONUNU KORUMAYI BAŞARMIŞ’
Kentin güneye bakan yamacının üzerine Helenistik dönemde kurulmuş, yaklaşık dört bin kişilik tiyatronun daha sonraki dönemlerde de sosyal, kültürel ve sanatsal faaliyetlere ev sahipliği yaptığını anlıyoruz. Peki, Metropolis tiyatrosunu B. Anadolu’daki diğer tiyatro yapılarıyla karşılaştırdığımızda neler söylersiniz?
Öncelikle Metropolis tiyatrosunun Anadolu’nun en iyi korunmuş Helenistik tiyatrolarından biri olduğunu söylemek gerekir. Özellikle Helenistik tiyatro planlama özelliklerini korumayı büyük ölçüde başarabilmiş bir yapı olduğunu belirtmek istiyorum. İki bölümden oluşan koilonu MÖ 2’nci yüzyılda inşa edildikten sonra çok küçük ölçekte değişiklikler geçirmiş, orkestra, Roma döneminde bir arenaya dönüştürülmemiş, teatral fonksiyonunu işlevi sonlanana kadar korumayı başarmıştır. Örneğin Batı Anadolu’da bu özellikleri yansıtan Priene tiyatrosu, Metropolis gibi orta ölçekli ve iyi korunmuş bir tiyatrodur. Ephesos, Miletos ve Pergamon gibi Helenistik kökenli tiyatrolarda ise Roma döneminde büyük çaplı değişiklikler yapıldığı için Helenistik dokunun büyük oranda bozulduğunu söylemek mümkün.
Kazılarda ortaya çıkan yazıtlar ışığında bize biraz da hamamdan bahsedebilir misiniz? Hamamda ısıtma sistemi nasıldı, nasıl bir faaliyet yürütülüyordu?
Metropolis, hamamlar bakımından çok zengin bir kent. Bu özelliğini anayolun üzerinde bulunmasıyla da ilişkilendirmemiz mümkün. Orta Kent olarak adlandırdığımız bölgede yer alan Hamam-Gymnasium yapısı MS 1’inci yüzyıl itibariyle kullanılan bir hamam kompleksi. İmparator Nero’ya adanan aleipterion yani yağlanma bölümü bu süreci ortaya koyan önemli yazıtlardandır. Aşağı Hamam olarak adlandırılan Hamam-Palaestra ise yine MS 1’inci yüzyılın sonlarında inşa edilen ve MS 2’nci yüzyılda Antoninus Pius sürecinde büyük ölçüde genişletilen, bu kapsamda hamama eklenen palaestra alanıyla birlikte bir İmparatorluk Hamamına dönüştürülen önemli bir yapıdır. Palaestra’nın arşitravlarında yer alan yazıtlarda Antoninus Pius’un ismi geçer. Hamam-Palaestra kompleksine hemen bitişik parselde bir de Balneum (küçük hamam) yer alır. Diğer iki hamama göre daha küçük boyutlara sahip olması ve böylesine büyük bir hamam kompleksinin yanında yer alması, bize bu yapının özel kullanıma yönelik inşa edildiğini düşündürdü.
Metropolis’te keşfedilen hamamlar bizlere aynı zamanda Roma dönemi yıkanma kültürü hakkında da önemli bilgiler sunuyor. Özellikle Hamam-Palaestra kompleksinde ortaya çıkardığımız yıkanma ve yeme-içme bölümleri oldukça iyi korunmuş durumda. Sıcak mekan ve ılık mekan bölümlerinin ısıtılması için zemin altında planlanan hypocaust sistemi sayesinde hamama yıkanmaya gelen kişiler sıcak bir ortam ve zeminle karşılaşıyordu. Benzer şekilde duvarlar da tubuli adı verilen içi boş pişmiş toprak tuğlalarla donatılmış, bu tuğlaların içinde dolaşan sıcak buharla duvarların ısıtılması sağlanmıştı. Elbette bu sistemlerin çalıştırılması için ciddi bir iş gücü ve organizasyon gerekiyordu. Burada da hamamın yöneticisi ve hizmetlileri devreye giriyordu. Hamamın yıkanma bölümlerini çevreleyen servis koridorları bu amaç için inşa edilmişti. Bu koridorlarda yoğun bir çalışma temposu yürütülüyor, külhan bölümlerinde yakılan ateşle hem yıkanma mekanları ısıtılıyor hem de sıcak su temini gerçekleştiriliyordu. Yıkanma bölümlerinin hemen yan tarafındaki yeme-içme mekanlarında ise ziyafetler gerçekleştiriliyor ve Roma hamam kültürünün tüm incelikleri bir bütün olarak Metropolis hamamlarında vatandaşlara sunuluyordu.
‘SU KEMERİNİN KALINTILARI OLDUKÇA İYİ KORUNMUŞ VAZİYETTE’
Metropolis’in su ile olan ilişkisi nasıldı? Özellikle kentin temel ihtiyacı olan su kaynakları, suyun kent içinde kullanımı, depolanması ve dağıtımı konusunda ne tür bilgilere sahibiz?
Metropolis su kaynakları bakımından oldukça zengin bir bölgede yer alıyor. Ovadaki Küçük Menderes Nehri ve Antik Pegasus Gölü tarım arazileri için yeterli kaynağı sağlıyordu. Kent içinde ise çok sayıda kuyu ve sarnıç bulunuyor. Arkeolojik kazılar sırasında özellikle hamamlarda ve özel konutlarda kuyuların kullanıldığını görüyoruz. Bunlar temel ihtiyacı karşılamak için açılıyordu. Ayrıca akropoliste son yıllarda keşfettiğimiz 600 m³ su depolama kapasitesine sahip bir sarnıç yer alıyor. Bu sarnıç da hem yağmur suyunun toplandığı hem de pişmiş toprak su borularıyla temiz suyun yönlendirildiği büyük bir depo özelliği taşıyor. Kentin modern su şebeke hattının en önemli parçalarından birini oluşturuyor. Akropoliste yer alması nedeniyle ihtiyaca yönelik olarak özellikle Orta Kent olarak tanımlanan alanı beslediğini düşünüyoruz. Sarnıç duvarında farklı yükseklik seviyelerinde belirli aralıklarla yerleştirilmiş olduğu görülen dağıtım boruları da suyun kullanım önceliğine göre planlanmış olmalı. Son olarak Roma döneminde bugün Ayrancılarda yer alan Trianda kaynağından Metropolis’e su temin eden su kemerlerinin var olduğunu biliyoruz. Torbalı Ovasında bu su kemerleri kalıntıları oldukça iyi korunmuş vaziyette. Aslında 16 ve 17’nci yüzyıllarda bölgeyi ziyaret eden gezginlerden anladığımız kadarıyla su yolu kalıntıları o zamanlar çok daha iyi durumdaymış. Çünkü hepsi ovadan geçişleri sırasında bu su yolundan fazlaca bahsediyorlar.
‘ROMA DÖNEMİNE TARİHLENDİRİLEN BİR TİCARET AGORASI ORTAYA ÇIKTI’
Son dönemde çalışmalarınızı yoğunlaştırdığınız kamusal yapıya ilişkin ne tür izler buldunuz?
Bu yeni kazı alanı Metropolis’in güneyinde Roma dönemindeki kentleşme sahasında yer alıyor. Daha önce 2011 yılında arkeolojik sondajlarla bu alanda mimari bloklar, heykel kaideleri ve bir heykel tespit etmiştik. Bunun üzerine kamulaştırma çalışmaları başladı ve süreç tamamlandıktan sonra sistemli kazılara start verdik. Son 3-4 yıldır 1381 parsel adını taşıyan bu alanda kazılar yapıyoruz ve bugüne kadar ki çalışmalar Roma dönemine tarihlendirilen bir Ticaret Agorasının varlığını ortaya koydu. Çalışmalar halen devam ediyor ve agoranın kuzey portikosunu tamamen gün yüzüne çıkarttık. Burada üç basamakla çıkılan portikonun zemininde geometrik desenli mozaik panellerle karşılaştık. Çalışmaların devamında bu yapının daha iyi anlaşılacağını tahmin ediyoruz. Oldukça büyük bir alan üzerinde planlandığı için bu yapının kazılarının birkaç yıl daha süreceğini tahmin ediyorum.
‘METROPOLİS’İN TİCARETTEKİ ROLÜ VE ZENGİNLİĞİ EFES’LE BAĞLANTILI’
Metropolis, Hıristiyanlık dünyası için önemli bir rota üzerinde yer alıyor. Efes’de yoğun ilgi gören inanç turizmi destinasyonuna ilerleyen zamanlarda Metropolis’in de dahil olabileceğini düşünüyor musunuz? Sizce Metropolis çok yakınında bulunan Efes’in gölgesinde kalıyor mu?
Metropolis tarihsel süreç boyunca Efes’le yakın ilişikler içinde bulunmuş bir kent. Efesin büyük bir metropol olması elbette Metropolis’i olumlu etkiledi. Çünkü Efes’in zengin bir kent olması, bölge ticaretine yön vermesi Metropolis’in de bu pastadan pay sahibi olmasını sağladı. Örneğin Helenistik dönemde Metropolis ürünlerinin Küçük Menderes Nehri üzerinden Efes Limanına ulaştırıldığını ve buradan da deniz aşırı kentlere gönderildiğini biliyoruz. Bunlar arasında Mısır’daki İskenderiye’den tutun da Karadeniz kıyılarındaki koloni kentlerine kadar çok çeşitli merkezler yer alıyor ve geniş bir coğrafya söz konusu. Ayrıca yazıtlar aracılığıyla Küçük Menderes Nehri üzerindeki limanlardan işletme vergileri alındığı da biliyoruz. Dolayısıyla Metropolis’in ticaretteki rolü ve elde ettiği zenginlik Efes’le doğrudan bağlantılı.
Hıristiyanlık Dünyası için de benzer bir durum söz konusu. Elbette Efes kadar büyük bir turizm potansiyelinden bahsedemeyiz. Çünkü Efes, Hıristiyanlar için bir hac merkeziydi ve bundan dolayı Hıristiyanlar için sembol niteliği taşıyan çok sayıda destinasyona sahip. Metropolis’e baktığımızda ise Hireocles’in metinlerinden MS 6’ncı yüzyılda kentin bir piskoposluk kilisesi olduğu öğreniyoruz. Bunun dışında kazılarda elbette Hıristiyanlıkla ilişkili çok sayıda buluntuya ulaşıyoruz ancak bunlar Efes’le kıyaslanacak düzeyde değil. Bu bağlamda Metropolis’i Efes’in gölgesinde kalmış olmasından çok Efes’in etki alanında gelişen ve büyüyen bir şehir olarak düşünebiliriz.